Thursday 6 October 2011


  "Sol ne yapmalı?"
  06 Ekim 2011 -  (sendika.org)
Birgün Gazetesi’nin bu başlık altında düzenlediği dizide “sol” grupların temsilcileri görüşlerini özlü bir biçimde aktardılar. Böylece Birgün’ün inisiyatifi sayesinde solun mevcut durumu, bu durumu algılayış biçimleri üzerine ilginç, aydınlatıcı bilgilere ulaşma olanağı elde ettik. Bu görüşlerin hepsini birden okumak, bütünlüklü bir görüntü oluşturmayı denemek açısından ayrıca yararlı oldu.

Bu yazıda, söz konusu diziyi ve etrafında yapılan kimi katkıları okuduktan ve gündeme getirdiği sorunlar üzerinde düşünmeye başladıktan sonra bende oluşan ilk izlenimleri paylaşmaya çalışacağım.

-I-


Yazı dizisinin başladıktan biraz sonra, ilk dikkat çeken özelliği, “sol ne yapmalı?” sorusunun “sol ile Kürt siyasi hareketinin ilişkileri ne olacak?” biçiminde daralması, bunun da aslında, Çatı Partisi, Kongre Hareketi bağlamında daha da daraltılabilmiş olmasıdır. Bu hiç şüphesiz meşru bir daraltmadır. Ama “sol ne yapmalı?” sorusu çok daha geniş bir sorunlar kümesine, tarihsel “yüke” işaret eder. Sorunun “sol” gibi sınırları belirsiz, duruma göre içine, ulusalcı- halkçı hareketlerden, sosyal demokratlara, oradan liberallere, ABD Demokratik Partisi’nden İngiltere İşçi Partisi’ne, Avrupa’daki sosyalist partileri hatta CHP’ye kadar uzanan çok geniş bir yelpazeyi oluşturan akımların sokulabildiği bir kavram etrafında betimlenmesi de bence verimi azaltıcı bir unsur olmuştur.

“Sol ile Kürt siyasi hareketinin ilişkileri ne olacak?” sorusuna dönersem, yapılan katkılardan burada iki tutumun egemen olduğunu görüyoruz. Kürt siyasi hareketiyle birlikte örgütlenmek gerektiğini düşünenler ile Kürt siyasi hareketine mutlaka destek olmak gerektiğini hatta kimi durumlarda birlikte mücadele edilebileceğini ancak sosyalistlerin kendi projelerine işçilerin emekçilerin mücadelelerine, “haklar mücadelesine” odaklanarak, bağımsız sınıf hareketlerini inşa etmek gerektiğini savunanlar. Diğer bir deyişle, bu iki tarafın karşısındakinin konumunu betimlemek için kullandığı en keskin ifadeleri kullanırsak: “Kürt hareketine iltihak etmek” isteyenlerle, “önce güçlenelim” diyenler.

Foti Benlisoy’un bu ikilemi aşarak daha kapsamlı bir bakış açısı sunmayı amaçlayan, gündeme getirdiği sorularla özel bir ilgiyi, tartışılmayı hak eden kapsamlı yazısının çok yararlı bir istisna oluşturduğunu da vurgulamak isterim.

Yine de, bu diziyi okurken, yıllar önce, 1980’lerde Birkbeck College’de, o zamanlar düzenli olarak toplanan, benim de bir iki kez uğrama fırsatı bulduğum The Middle East Group’un bir toplantısında, köylü ekonomisi uzmanı Marksist Theodor Shanin’in, 1960’larda Kuzey Afrika’da ve genelde III. Dünya ülkelerinde “solun” geçirdiği evrimi şaka yollu ifade eden, o zamandan bu yana da hiç aklımdan çıkmayan, şu sözlerini aklıma getirdi: “On va maintenant se noyer dans la paysannerie” (şimdi gidip kendimizi köylülüğün içine atacağız) çünkü proletaryadan aradığımızı bulamadık, ya çok reformist, ya da çok fazla muhafazakar ideolojilerin, anti-komünizmin etkisi altında...

Çünkü, “Sol ne yapmalı?” sorusuna “Kürt siyasi hareketiyle birlikte örgütlenmek gerekir” cevabını verenler, bana adetaülkenin metropollerindeki sanayi işçilerinden umutlarını kesmiş, “burada bir şey olmuyor, ama orada hareket var, kendimizi, Kürt halkının ve ‘alt sınıflarının’ mücadele deneyimi, dinamizmi içine atalım” duygusunu paylaşıyorlarmış gibi geldi. 1960’larda olduğu gibi, bugün de bu duygu maddi bir zeminden yoksun değil. Ama bizi halkçılıkla – komünizm arasındaki boş alana fırlatma riskini taşıyor.

Bir kez aklım, bu düşünce koridoruna girince, bu dizinin metinleri üzerinde basit ve çok kaba bir deney yapmaktan kendimi alamadım. Eğer gözümden kaçanlar yoksa (ki olmadığını düşünüyorum) dizi toplam 8,800 sözcüklük bir metin oluşturmuş.

Bu metin içinde “sol” sözcüğü 100 kez geçiyor. Bunu 97 kez ile “Kürt” sözcüğü, 95 ile “Kongre” sözcüğü izliyor. “Kürt Sorunu” ise 23 kez kullanılmış. “Demokratikleşme”, “Demokrasi” ve “Demokrat” sözcükleri yazıda toplam 69 kez, “halk” sözcüğü 52 kez geçerken, dizinin metinlerinde, “emekçi”” kavramı 17, “işçi” kavramı 16, “ezilenler” kavramı 6 kez kullanılmış. “Sosyalizm”den 13 kez söz edilirken, “Komünizm”den yalnızca bir kez söz edilmiş, “Burjuvazi”den de iki kez...

Sonuçta, sözcük bilim ve anlam bilim açısından dizinin haritasının ağırlıklı olarak “halkçı” paradigmanın coğrafyasına işaret ettiği söylenebilir. Ama dediğim gibi, bu basit ve kaba bir deney, çok fazla bir anlam yüklemeye gerek yok.

-II-


Tarih boyunca alt sınıflar, köleler, serfler, yoksullar, ezilenler sık sık ayaklandılar, her ayaklandıklarında esas olarak “demokratik” davranışlar ve örgütlenme biçimleri geliştirerek hareket ettiler. Bu hareketler başarılı oldukları anlarda varsılların, egemenlerin dünyasını yakıp yıktılar, ama hemen hiçbir zaman kendi yaşam koşullarını temel alan yeni bir toplum inşa etmeye girişemediler. Burjuva devrimlerinde, halk, proletarya ayaklandı ama sonunda iktidar yine varsıllar tarafından alındı ve yeniden kuruldu. “Arap Baharı” devrimlerinde de, şimdilik kaydıyla, benzer bir sürecin işlemekte olduğunu söyleyebiliriz.

Paris Komünü bu bağlamda bir ilk ve istisna oluşturur. Çünkü Paris Proletaryası ayaklanmış, kendi programını burjuvaziden ayırmış, uygulamaya başladığında da daha önce görülmemiş, kendine has, kendi yaşam pratiklerinden kaynaklanan siyasi, idari ekonomik örgütlenme biçimlerini, “şeylerin andaki durumunu yıkan gerçek hareketi” “komünizmi”, bunu yönetmeye başlayan “Proletarya Diktatörlüğü”nü ortaya çıkarmaya başlamıştır.

Komünizm açısından işçi sınıfının, 19. Yüzyıl’da da sanayi proletaryasının (1905 ve 1917 Rus devrimlerinde de kendini kanıtlayan) önemi, onun yoksul ve ezilmiş bir sınıf olmasından kaynaklanmaz. Bu önem birincisi, onun ekonomi içindeki konumundan dolayı, bir genel grev durumunda egemenlerin ezenlerin, burjuvazinin dünyasını yıkacak potansiyellere sahip olmasından kaynaklanır. Ama bu yetmez, ikincisi, bu önem, özellikle sanayi proletaryasının kapitalist üretim sürecinin, örgütlenme ve teknolojik yapılanmasının en gelişmiş noktasında bulunmaktan dolayı, yeni toplumu kuracak idari ve teknolojik bilgiye sahip, ya da buna çok kolaylıkla ulaşabilecek özelliklere sahip olmasından kaynaklanır.

Bu saptamalar doğruysa, komünistlerin, devrimci-sosyalistlerin, “sol ne yapmalıdır?” sorusuna vermesi gereken ilk cevap, işçi sınıfının gerçek durumuna bakarak bunun bugün gerek örgütlenme gerekse, teknolojik yapılanma açısından en etkin kesimlerini tanımlamaya ilişkin olmalıdır. Aradan yaklaşık 100 yıl geçmiş olmasına karşın, Lenin’in “Ne Yapmalı”da bu soruya verdiği “sınıfın bilinç düzeyi en yüksek kesiminden başlamak gerekir” cevabı hala geçerlidir. O zaman bu kesimi fabrika işçileri oluşturuyor ve bunlar sınıfın geri kalanını arkalarından çekebiliyordu (hegemonya sorunu). Lenin bu kesimin, sanayi proletaryasının, tüm ezilenlerin taleplerini savunmak, üstlenmek, programına katmak zorunda olmakla birlikte, kendi bağımsız siyasi örgütlenmesini de inşa etmeye özellikle önem vermek zorunda olduğunu vurgular. Bu Karl Marx’ın Paris Komünü deneyiminden, yaşananlara, proletaryanın ilk kez burjuvaziden ayrı taleplerle hareket etmeye başlamış olmasına bakarak çıkardığı en temel dersler biridir de...

Bu yüzden bence “sol ne yapmalı?” sorusu bir seri başka soruya açılmak durumundadır. Bunlardan öncelikle aklıma gelen üç tanesini aktarmaya çalışayım. Birincisini şöyle ifade edebiliriz: Fordizmin dağılmaya başlamasından sonra genel olarak kapitalizmde, özel olarak Türkiye’deki kapitalizmde, dünün sanayi proletaryası gibi, işçi sınıfı içinde örgütlenme ve teknolojik şekillenme açısından en kritik (ekonomik, mali etkisi ve yeniden yapıcı bilgiye ulaşma kapasitesi en yüksek anlamında) öneme sahip kesim hangisidir?

İkinci soru: “Komünistlerin ve komünist hareketin çalışma tarzı, öncelikle bu kesimin yaşam koşullarına ve ‘yaşam dünyası’na göre nasıl şekillenecektir?”

Üçüncü soru şunları kapsamalıdır: Bu kesim, işçi sınıfının ve emekçilerin geri kalanının, toplumun tüm ezilenlerinin, Kürt siyasi hareketinin ve diğer özgürlük hareketlerinin zaten sürmekte olan mücadelelerine kendi siyasi ve örgütsel bağımsızlığını koruyarak nasıl katılacak ve kendi kapasiteleriyle bunların deneyimlerini ve deyim yerindeyse “kinetik gücünü” nasıl birleştirecek, onların mücadelelerine ne katacaktır? 

No comments:

Post a Comment